Thule Orgutu

 


Thule Tarikati ve Nazilerin Doğuşu Thule örgütü'nün amaçlarına gelince; bunlar özetle:

• Zamanda gidip gelen üstün yaratıklarla ilişkiye geçmek,
• Üstün bir Âri ırk oluşturmak : (Bunun için de saf bir Cermen ırkı oluşturup pan-Cermenik bir Alman Imparatorluğu'nu kurmak ve bu imparatorluğu Âri ırkın oluşturulmasında kullanmak) ve bu arada,
• Hıristiyanlık öncesi antik Alman kültürünün yeniden uyandırmak,
• Böylece dünyanın yazgısını değiştirmek ve
• Mu uygarlığına ulaşmaktı.

Gizlici örgüt ve öğreti olarak Thule'un felsefesine gelince;
Bunu dietrich Eckart, şöyle açıklıyordu: "Tule'un tüm sırları, eski bir kayıp uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile dış zekalar arasında bazı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. İşte bu güçtür ki, Almanya'yı dünyaya egemen kılacaktır". Bu sözler, Nazizmin de temelini oluşturuyordu.

KÖKLERİ :
Gizlici öğreti ve grup olarak Thule'un dayandığı kökler de ilgi çekmektedir. Bu kökler kabaca Tapınakçılar ve Masonlardır. Biraz daha ayrıntılı verilecek olursa, bu kökleri, kısaca, Theosophical Society, Viril, Armanenschafft, Ordo Templi Orientis, Ordo Novi Templi, Germenorden olarak belirtebiliriz. Bu kökler aynı zamanda Nazi Partisi'nin de gerçek kökleridir. Dikkat edilirse bu sıralamada adı geçen öğreti ve örgütlerin, aslında yeterince heterojen bir kök ve geçmişe sahip olmadıkları görülür. Üyelerin çoğunluğunun Hristiyan görünmelerine karşın, Thule için bu bile gerek ve yeter bir koşul değildir. Açıkçası, Thule'un üye ve öğreti olarak içeriğini netleştirmek oldukça zordur. Bu içerik içinde Pagan, Cermen, Gnostik, Kabalacı-Siyonist-Mason, Âri ırk ve bolca Katolik unsurlar vardı. Yani, Thule'un oluşumu tek tip ve homojen değildi. Bir kök Tötonlara giderken öbürü Cermenlere, bir başkası Mu'ya, bir başkası Hint ve Tibet Aryenlerine, bir başkası Tapınakçılara, bir başkası ise, doğrudan Masonlara gidiyordu. Saydığım ve saymadığım bir çok öğe ve etken, kolayca Thule'da bir araya gelebiliyorlardı; çünkü ortak ve temel bir konu vardı: Zaman gezmenliği! 

Biz yine de kök ve kuruluş aşaması olarak Thule'u elden geldiğince net bir biçimde kavramak için Germenorden'e bir bakalım. Onu tanımak, Thule'u ve Nazileri tanımak için önemli bir yol gösterici olabilir.

GERMENORDEN:
19. yüzyılın başında, Almanya'da aşırı sağ eğilimleri ve birbirleriyle de yakın ilişkileri olan Tapınakçılığa bağlı üç örgüt kurulmuştu: Armanenschafft, Ordo Templi Orientis ve Ordo Novi Templi! Her üçü de Tapınakçıydı. Bu üç örgütün en önemli işlerinden biri, Germenorden (Alman Tarikatı) adlı örgütün kurulmasına katkıda bulunmalarıydı. Bu Alman Tarikatı 1912'de kuruldu ve Âri ırkın varlığına ve üstünlüğüne inanıyordu.

1. Dünya Savaşı sırasında ateşli Alman milliyetçilerini organize etmişti. Onu önemli kılan asıl şey ise Tuhule örgütünün oluşmasına önayak olmasıydı. Thule Derneği ya da Almanca adıyla “Thule Gesselschaft”. GERMENORDEN'DEN BARONA Thule Derneği’nin kurucusu "Baron Rudolf von Sebottendorff"tur. Asıl adı, Adam Alfred Rudolf Glauer. 9 Kasım 1875 Deresden doğumlu. Babası lokomotif makinistiydi. 1910'larda bir soylu Alman ailesi tarafından evlat edinildiği için "Baron" deniyordu. Bu ailenin çabası ile yüksek öğrenime başlamış ama devamını getirememişti. Yüksek öğrenimini yarım bırakıp, gemilerde üç yıl elektrikçi olarak çalıştı. Böylece bir çok yer gezmiş oldu. Uzak Doğuya, “ezoterik öğreti” ve gruplara da ilgisi bu sayede oluştu. Bu gezileri sırasında simya, astroloji ve Kabala üzerinde çalışmış, Gül-Haç felsefesi üzerinde de uzun araştırmalar yapmıştı. Kahire'de Hidiv Ahmet Paşanın hizmetindeki Hüseyin Paşa'nın mahiyetine katılarak bir yıl da paşanın Bursa'daki çiftliğinde çalışmıştı. Burada Abraham Termudi adlı bir Yahudi bankerin aracılığı ile Memphis adıyla tanınan Mason locasına üye yapılmıştı. Oysa 1901 yılında katıldığı, Fransız Grand Orient'e bağlı olan bir mason locasının da üyesiydi. Bu loca, politik amaçları olan bir locaydı ve Abdülhamid'i halletmeğe çalışan İttihat ve Terakki Derneği ile de çok yakın ilişkileri vardı. Kısacası Baron'un sıkı bir Mason kariyeri vardı. Bursa'da bulunduğu yıllarda yaptığı işlerden biri de "Türk Masonluğu ve Bektaşilik" adlı bir kitap yazmak oldu. Türkiye'de onu "Gizli Müslüman Baron" olarak biliyorlardı. Sufizmi ayrıntılı biçimde biliyordu. Birçok tarikatla ilişkisi vardı. Güçlü bir Mason kariyerine sahip olarak özellikle, Bektaşilikle ilgilenmişti. 1933'de "Before Hitler Came" (Hitler Gelmeden Önce) adlı bir kitap yazdı. Burada Nazi liderlerinin gizemli çalışmalarını anlattığı için Hitler’e ters düştü ve Hitler de kendi imzası ile yakalanmasını emretti. Oysa Hitler’in önemli akıl hocalarından biriydi. Bunun üzerine, Baron İstanbul'a kaçarak derneğin merkezini de buraya taşıdı ve bir süre sonra intihar etmiş süsü vererek Nazilerin ekranından çıkmayı başardı.

Bir söylentiye göre de Almanya-Osmanlı arasında çift taraflı casusluk yapıyordu! Alman tarihçileri "Baron 1934'te Hitler'le çelişkiye düştü ve öldürüldü" dedilerse de, ölmemiş ve İstanbul'a kaçırılarak 1934-45 yılları arasında Alman istihbaratı görevlisi olarak çalışmıştı. Burası onun karanlık noktalarından biridir. Ama İstanbul’da Taksim ve Teşvikiye'de yaşadığı, Türk önde gelenleriyle dostluklar kurduğu kesin.

İngilizler "1945'te Almanya teslim olunca baron intihar etti" diyorlardı. Aytunç Altındal ise, "Baronun hayatını araştırdım ve Baronun 'öldüğü' söylenen tarihten 12 yıl sonra, bir başka soyadı ile 1957'de Balıkesir'den Antalya'ya gelen 3 kişilik bir Alman heyetinde yer aldığını, Antalya'da iki gece Cumhuriyet Oteli'nde kalarak Adana'ya geçtiğini saptadım. Sebottendorf'un 1945-57 yılları arasında Türkiye'de 'Görünmeyen ellerce korunduğu sanılıyor..." diyor. Bu görünmeyen ellerin ise "Manevi Cihazlanma Derneği" olduğu düşünülüyor. Bu dernek, Neo-Nazi masonların üye olduğu Moral Re-Armament Derneği'nin Türkiye'deki  efsanesi! 2. Dünya Savaşı sonlarında doğru yıkılan Nazi Karargahı'na girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar arasında 12 Tibetli rahibin cesedi bulunuyordu. bu duruma o yıllarda hiç bir anlam verilememişti. Savaş bitip de her şey normale dönmeye başladıktan sonra bu durum birçok kimsenin dikkatini çekmeye başlamıştı: Nazi karargahında 12 Tibetli rahibin işi neydi? Bu soru uzun bir süre zihinleri meşgul etti. ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler, Şambala ile irtibattaydı!


Her şey, Thule efsanesiyle başlıyordu. Thule efsanesinin kökeni ise kayıp bir uygarlığa dayanmaktaydı. Bu da Nazizm'in temelini oluşturuyordu. Bu efsane altında birleşen bir grup, Thule adında gizli bir tarikat kurdular. Nazi partisinin 7 kurucusundan biri olan Dietrich Eckardt, Thule tarikatının temel ifadesini şöyle açıklıyordu; "Thule'nin tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır. insanoğlu ile 'dış zekalar' arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadırlar. bu güç kaynağı Almancayı dünyaya egemen kılacaktır. yine bu güç kaynağı, geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün değişimini sağlayacaktır. " Gizli Thule tarikatı'nın üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushoffer, Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler bulunmaktaydı.

Nazi partisinin kurucu üyelerinden ve Thule tarikatının önde gelen isimlerinden Karl Haushofer'ın, bir takım normal ötesi yeteneklere sahip olduğu bilinmekteydi. örneğin ileri derecede geleceği bilme yeteneği vardı. Olacakları daha önceden haber verebiliyordu. düşmanın saldıracağı saati, top mermilerinin düşeceği noktaları çevresindekilere söyleyebiliyordu. Daha sonraları Hitler'in majik çalışmalar gerçekleştirdiğinde ortaya çıktı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan yaptığı konuşmalarda, ses majisi denen majik bir yöntemi kullanmasıydı. Bu yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir fonksiyon görmüştür. Araştırmalar ilerledikçe ortaya bir başka gerçek daha çıktı. Nazi partisi kurucu üyelerinden Karl Haushofer'in Hindistan, Japonya ve Tibet'e giderek oralarda uzun bir süre gizli çalışmalarda bulunduğu tespit edildi. Esrarengiz bir eğitimden geçtiği de, kayıtlar arasındaki bilgilerde dikkati çekiyordu. Tibet'te bir takım insanlarla gizli toplantılar yaptığı raporlarda belirtildi. Bu kişilerin kim olduğu hiç bir zaman öğrenilemedi. İşin bir başka ilginç noktası ise Nazi'lerin kullanmış olduğu sembolleriydi.

Bu şekil öyle rasgele seçilmiş bir sembol değildi. Gamalı Haç, “MU” Sembolü!  Gamalı haç insanlığın kullanmış olduğu en eski sembollerden biridir. Dünyanın pek çok köşesinde bu sembole rastlanmıştır. Eski uygarlıkların kullandığı en önemli sembollerden biri olan bu sembolü daha da ilginç yapan özellik, bunun bir “Mu sembolü” olmasıydı. Tüm bilimsel yasalara karşı amansız bir savaş açan Hitler, acaba bu gücünü nereden almaktaydı? Bu büyülü ve gizemli gücün adı, “Thule örgütü” idi! Bu örgütün kurucularından, şair ve gazeteci, Dietrich Eckardt, 1920'lerde, mimar Alfred Rosenberg ve Karl Haushoffer ile birlikte, Hitler'e, mistik doğu'nun gizemlerini öğretmiş ve Hitler'in, o yıllarda bu örgüte katılmasını sağlamıştır.

1923 yılında kurulan milliyetçi sosyalist parti'nin yedi kurucu üyesinden biri olan Eckardt, aynı yıl içinde öldüğünde, elindeki tüm bilgi birikimini Karl Haushofer'e bırakır. Vasiyetinde ise, şöyle demektedir: “Hitler'i izleyiniz. dans edecektir; ancak müziği ben yazdım. Onlarla temasa geçmesi için gerekli araçları kendisine verdik. Bana da sakın acımayın. Tarihi herhangi bir Alman'dan daha fazla etkilemiş olacağım. ” “Thule örgütü”, adını “thule kornen”den almıştı. Thule! İzlanda efsanelerindeki batık bir kıtanın adıdır. Ayrıca, Grönland'ın batısında, halen bir Thule kenti bulunmaktadır. “kornen” ise, hem yarımada, hem de “boynuz” anlamına gelmektedir. “Thule kornen”, Thule yarımadası anlamına gelmekle beraber, Thule kentinin gerçek adı qaanaak'tır. İki ismi beraber okuduğumuzda “Zülkarneyn” (k165) kelimesi açıkça görülmektedir (Aiberg, yaptığımız konuşmada bu konuya değinmişti). Thule örgütü'nün sembolü, çift boynuzlu Viking miğferidir. Kökleri, kayıp kıta “mu” uygarlığına dayanan bu öğretinin temel taşları, insan psikolojisinin bilinmeyen yanları ve zaman boyutları idi. amaçları, “zamanda insan ve taşıt naklini” gerçekleştirerek, dünya'nın kaderini değiştirip üstün bir ırk meydana getirmek ve “üst zekalılarla” diyaloga geçmekti.

Vladimir Terziski tarafından hazırlanan “The Secrets of The Third Reich” (Üçüncü Reich'ın Sırları) isimli video filminde, Nazi Thule ve Vril örgütü üyelerinin, dünya dışı canlılarla telepatik temas kurduklarını ileri sürülmüştür . Thule örgütü'nde, Güneş, “aryan”ların kutsal sembolü olarak bilinirdi. “Aryan”ın lügat anlamı, “ari irk” ve Hint-Avrupa dilini konuşan tarih öncesi kavim (Hint-Avrupalı) demektir. bir Tibet efsanesine göre, üç-dört bin yıl önce, Orta Asya'da, Gobi'de çok büyük bir uygarlık vardı. Bu uygarlık, bir felaket, belki de bir atom savaşı sonucu yıkılır; Gobi bir çöle dönüşür. Bu felaketten canını kurtarabilenler, Kuzey Avrupa'ya ve Kafkasya'ya göç ederler (Bu olay, tarih kitaplarında okuduğumuz, Orta Asya'daki kuraklık ve göçler konusu ile uyumludur). Thule örgütü'nün ermişleri, bu Gobi göçmenlerinin, insanlığın temel ırkını (ari soyunu) oluşturduğuna inanmaktaydılar. Haushoffer, “kaynaklara dönmeyi”, yani doğu Avrupa'yı, Türkistan'ı, Pamir'i, Gobi'yi ve Tibet'i ele geçirme gereğini savunmaktaydı. ona göre, bu bölgeleri ele geçiren dünya'ya egemen olurdu. Hint-Tibet mitoslarında, “uzay üstü uzay”a çıkıp zaman yolculuğu yapan “dhurakhapalam”a, “vaidor”; UFO benzeri uçan disklere de “vimana” denilmekteydi (d68). Hint esatirinde, vaidor'ların, turan dağı'nda; vimana'ların ise, Tor Dağı'nda bulunduğu, daha doğrusu inip, çıktıkları yazılıdır. Hatta, Çinlilerin, Fransızların (kont sédir) ve Rusların (Çar Nikola) büyük paralar harcayarak kurdukları ekiplerle Dhurakhapalam'ı arattırdıkları söylenir.

General Haushofer'in de, Tibet'te bu konuda araştırmalar yaptığı söylenmiştir. diğer taraftan, Tibet'teki lama rahiplerinin ağızbirliği ile sakladıkları bir sırra göre, Dhurakhapalam'ın, saklandığı kutsal beldeden çalındığı ileri sürülmüştür. Bu konu ile ilgili olarak, Aiberg'in kitaplarından birinde, satır aralarında sadece şöyle bir cümle yer alıyor: “g'nin bu aygıtı bularak, Rusya üzerinden Grönland'a taşıması ve Paul Kamenberg isimli birini zamanda iki yıl geri göndermesi ile ilgili olarak süper devletleri şok eden deneyler”. Burada sözü edilen “g”nin, gurdjieff olduğu anlaşılıyor. Ancak ne yazık ki, Aiberg'in kitaplarında bu konu ile ilgili daha fazla bilgi bulunmuyor.

Thule örgütü, 1943 yılına kadar Tibet'le yakın ilişkiler içersinde olmuş, karşılıklı heyetler gönderilmiştir. Hatta, 1926 yılında, Berlin ve Münih'e, küçük bir Hindu kolonisinin yerleştirildiği bilinmektedir (Rusların Berlin'e girişi sırasında, ölenler arasında, himalaya ırkından gelme, alman üniforması giymiş, üzerinde kimliği ve rütbesi bulunmayan bin kadar cesede rastlanmıştır). Nazi'lerin “odessa” adlı bilim örgütünde de, üst rütbeli Tibetlilerin çalışmış olduğu saptanmıştır. Tibet kökenli “yeşil ejder” adlı bir örgütün de, Thule örgütü ile bağlantılı olduğu bilinmektedir. Thule örgütü'nün merkezi, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İstanbul'a taşınmıştır. Örgütün başkanı, Hitler tarafından İstanbul'a gönderilen, ancak daha sonra İstanbul'da intihar süsü verilerek öldürülmüş olan (Türk literatüründe “Gizli Müslüman Baron” diye anılan), “Baron Rudolf von Sebottendorff” (diğer adıyla, “Rudolf Glauer”)dir.

Araştırmacı yazar Jason Bishop, Baron Sebottendorff'un, İslam mistizmi ve Süfizmini tüm ayrıntıları ile çok iyi bilen ve tarikatlarla doğrudan teması olan bir kişi olduğunu belirtmektedir. Baron Sebottendorff, 1933 yılında yayınlanan, “Before Hitler Came” (Hitler'den Önce) isimli kitabında, Nazi liderlerinin gizemli çalışmalarını konu almış ve kitap, bu nedenle gestapo tarafından yasaklanmıştır. Haushoffer ve Hanussen ile birlikte, gurdjieff de Müslüman olmadan önce bu örgüte mensuptu. Diğer bir örgüt üyesi olan Rudolf Hess'in de Müslüman olduğu ileri sürülmüştür. Hitler'in, Thule örgütü'ne 1920 yılında katıldığını daha önce belirtmiştik. zig-zag grubu ile bir süre bağıntılı olarak çalışan Thule örgütü'nün Hitler tarafından nazileştirilmesinden sonra, zig-zag grubu bu örgütle ilişkisini kesmiştir . En büyük hedefi, zaman yolculuğunu gerçekleştirerek Dünya'nın kaderini değiştirmek olan Thule örgütü’nün, bu amaca ulaşacak teknolojiye erişebilmek için, tarih öncesi üstün aryan uygarlığının yaşadığı Hindistan ve Tibet'e kadar uzandığını görüyoruz.

Hazreti Hızır'ın öğrencisi olarak zaman yolculuğunun sırrına eren Mevlana Halid-i Bağdadi'nin de, Mekke-i Mükerreme'de kendisine söylendiği üzere, Hindistan yollarına düştüğünü ve cihanabad'da irşat edildiğini daha önce belirtmiştik. Dolayısıyla, görüyoruz ki, zaman yolculuğunun sırrı, her iki taraftan da Hindistan ve Tibet taraflarına doğru uzanıyor. Diğer taraftan, gurdjieff ve Haushofer'in hem Thule, hem de zig-zag mensubu olmaları, Thule örgütü'nün, Bağdadi'nin zaman yolculuğu etkinliğinden haberdar olduğunu akla getiriyor. zig-zag grubu'nun, Thule örgütü ile ilişkisini kesmesi, belki de Nazi'lerin, zaman yolculuğu teknolojisini siyasi amaçlarla kullanmak istemelerinden kaynaklanmıştır.

Haushoffer’un Piyonu “Hitler”?! Hitler, sadece 10 yılda tüm Almanya'yı peşine takmış ve dünyayı alev topuna çevirmişti. 10 yıl önce 6 milyon işsizi ile çöküntü bir devlet panoraması çizen Almanya,10 yıl sonra tüm dünyaya kafa tutabilmişti. Peki bunun sırrı neydi? Hitler, kendisini aşan dev bir inanışın küçük bir parçasını “nazizm” adı altında dünyaya duyurmuştu! Bazı görüşlere göre Hitler, gizli ve ürkütücü güçlerin kontrolü altındaydı. Devleti yöneten kişi Hitler gibi gözükse de arka planda Karl Haushoffer'in bulunduğu artık bilinen bir şey Haushoffer, Hitler'i gençliğinden itibaren gözetim halinde tutmuştu. Hitler, başarısız darbe girişiminin ardından hapse girdiğinde dahi her gün ziyaretine gelen Haushoffer'di. Hatta Hitler'in “Kavgam” isimli kitabının temel etmenlerini Haushoffer belirlemişti.

İşte iddialar, bu noktada Haushoffer üzerine yoğunlaşıyor! Haushoffer kara güçlerin kontrolü altında mıydı?. Haushoffer'in hayatına baktığımızda, özellikle Hindistan ve Uzak Doğuda birçok görevde bulunduğunu görüyoruz. Münih Üniversitesinde öğretim görevlisi olduğu zamanlarda Berlin'de Berlin Luminous Loca'sını kurmuştu. Ayrıca,Hitler'i etkileyen bir diğer isim Hess'de bu locaya üyeydi. Ayrıca Hitler'in hiç yanından ayırmadığı Alfred Rosenberg, Himler gibi isimlerde bu locaya üyeydiler. Alfred Rosenberg,1920 yılında genç Hitler'i uzun bir eğitime almış ve ona gizemli doğu kültürlerini açıklamıştı.

THULE ÖRGÜTÜ Yakınlarının anlattıklarına göre Hitler, geceleri çığlıklar atarak aniden uyanıyor, odanın ortasında dikilip “Orada, yine orada... Yine gelmiş” gibi bağırıyordu. Binbir güçlükle sakinleştirilip yatağın konulan Hitler, bu sefer de yatağında tepinip, “Orada işte, görmüyor musunuz? Köşede!” diye bağırıyordu.

Dünyayı titreten Nazi Lideri Hitler'i böylecesine korkutan ne olabilirdi? Çok yazılıp çizilen siyasi ve askeri kişiliğinin ötesinde Adolf Hitler kimdi? On iki yıl basın sözcülüğünü yapmış olan Otto Dietrich, “Çılgınca milliyetçi düşünceleri olan şeytani bir adam” diyordu Hitler için. Kitabı mukaddes'e göre Şeytan’ın sayısı 666'dır. Hitler'in yanı sıra Napolyon ve Stalin'in de rakamsal karşılığı 666'ya denk geliyor. Hitler, 1940'ta Paris'i ilhak ettiğinde Napolyon'un mezarını ziyaret etmiş ve tam bir saat boyunca, hiçbir şey söylemeden mezara bakmıştır. Asıl ilginç olan ise Hitler'in Paris'te sadece 1 saat kalmış olması. Hitler’in bu gizemli konumuyla ilgili en önemli kaynaklardan biri olan Rausching’in “Hitler Bana Dedi ki” kitabı Hitler’le ilgili başka tanıklıklarda daha bulunuyor: “Hitler, sürekli olarak zamanın çok az kaldığı endişesindeydi ve sürekli korkuyordu. Sık söylediği şeyler arasında, ‘Evrenin Kesin Dönemeci’ sözü vardı ama eğitilmemiş olan bizler, gezegende olacak bir kıyameti tam anlamıyla kavrayamazdık. Kitle için ‘ruhun yanlış yolu’ deyimini kullanıyordu. ‘Büyüsel görüşe’ sahip olmak, insan tekamülünün amacıydı. Kendisi, o andaki ve gelecekteki başarıların kaynağı olan gizemli bilginin eşiğindeydi. İlkel dünyaya ait efsaneleri inceliyor, ilk toplumları ve kitleleri etkileyen mitleri araştırıyordu. Doğa yasalarının değiştirilmesi için kullanılan büyüsel antik yöntemler hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün, gizli güçlerden kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil’i bir an önce bildirmek hevesi içindeydi.”

Rausching’in bu sözleri eğer doğruysa Hitler’in büyüyle olan ilişkisi açıkça görülüyor. Nitekim ünlü Fransız bilim adamı Jacques Bergier, “Büyü ve Politika” adlı çalışmasında büyünün 20. yüzyılda bir çok biçimde politikayı gizli olarak yönettiği düşüncesini ortaya koyuyor. Bergier, büyünün soyut olmadığını ve her şekilde ortaya çıktığını söylerken, çok gizli politik büyü gruplarının gizli bir savaş içerisinde olduklarını, bu savaşta hatanın kabul edilmediğini ve acımasızlığın ana ilke olduğunu belirtiyor. Artık bu akıl ötesi politik - büyü örgütleri, ulusların ötesinde, kendi çıkarları için mücadele etmektedirler, bu güce bilinçsizce karşı çıkanlar, aldatılarak silinmekte ya da kurban edilmektedir.” Rausching’in kitabında, Hitler’le özel olarak görüşen bir yakınının şu konuşmasına da yer veriliyor: “Führer’im, kara büyüyü tercih etmeyiniz, kara büyüyü seçerseniz, artık o yaşamınızdan ve kaderinizden bir daha asla çıkmayacaktır. Çamura bulanmış mahlukların sizi iyi yoldan çevirmelerine izin vermeyin.”

İddialara göre Hitler, Germen mitolojisindeki ‘Thule Efsanesi’nden etkilenmişti. ‘Thule Efsanesi’ de tıpkı Atlantis gibi kayıp bir ülkenin efsanesiydi ve Hitler’in arkasındaki gizli ve büyülü güç de Thule örgütüydü. Bu örgütün en önemli ismi Münih Üniversitesi profesörlerinden Karl Haushoffer'di. Hitler’in başında bulunduğu Nazi Partisi 1925 yılından itibaren hızla büyümeye ve iktidara yürümeye başladı. Partinin yedi kurucusu da kara güçler tarafından yönetildiklerine ruhen ve bedenen emindiler. Onları birleştiren yemin, enerji ve şans kaynağı bir Tibet Efsanesi’ne dayanıyordu.

Araştırmacı yazar Ergun Candan, “Gizli Sırlar Öğretisi” adlı kitabında bu konuyla ilgili son derece çarpıcı bulgulara yer veriyor: “II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi Karargahı’na girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar arasında 12 Tibetli rahibin cesetleri bulunuyordu. Bu duruma o yıllarda hiç bir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi içinde bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu. Savaş bitip de her şey normale dönmeye başladıktan sonra bu durum bir çok kimsenin dikkatini çekmeye başladı: Nazi Karargahı’nda 12 Tibetli rahibin işi neydi? Bu soru uzun bir süre zihinleri meşgul etti. Naziler ile Tibetli rahiplerin ne gibi bir birlikteliği olabilirdi? İşte bu konu inceden inceye araştırılmaya başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler bir yer altı uygarlığı olduğuna inanılan Şambala ile irtibatlıydılar! Her şey Thule Efsanesi’yle başlıyordu. Thule Efsanesi’nin kökeni ise kayıp bir uygarlığa dayanıyordu. Bu da Nazizm’in temelini oluşturuyordu. Bu efsane etrafında birleşen bir grup, Thule adında gizli bir tarikat kurdu. Nazi Partisi’nin yedi kurucusundan biri olan Diettrich Eckardt, Thule tarikatinin temel felsefesini şöyle açıklıyordu:

“Thule’un tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile ‘dış zekalar’ arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç kaynağı Almanya’yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün değişimini sağlayacaktır.” Ses büyüsü İşte bu sözler özetle Nazizm’in de temelini oluşturmaktaydı.


Gizli Thule Tarikati’nin üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushoffer, Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler bulunmaktaydı. Daha sonraları Hitler’in büyü çalışmaları da gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan yaptığı konuşmalarda kullandığı ‘ses büyüsü’ denilen bir yöntemdi. Bu yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir fonksiyon görmüştü.” Ergun Candan’a göre bir başka ilginç nokta da Naziler’in bayraklarında kullanmış oldukları semboldü. Bu şekil öyle rastgele seçilmiş bir sembol değildi.

Gamalı Haç insanlığın kullanmış olduğu en eski sembollerden biriydi. Dünyanın pekçok köşesinde bu sembole rastlanmıştı. Eski uygarlıkların en önemli sembollerinden biri olan Gamalı Haç’ı daha da ilginç yapan özellik, bunun bir Mu sembolü olmasıydı. Mu kültürüyle karşılaşan tüm eski uygarlıklar da, bu sembolü kullanmışlardı. Gamalı Haç! Gamalı Haç, Mu tabletlerinde ilk bulunduğu şekle dayanıyordu. Bu sembol dünya üzerinde yüze yakın yerde bulunmuş ve Mu uygarlığı ile ilgili bilgi ve belgeleri ortaya çıkaran Niven ve Churchward’ın kayıtlarında da yer almıştı.

Bu sembol Mu’nun gizli bilgilerinin en önemli sırlarından birini bünyesinde saklıyordu. Sembolün anlamı Eski Mısır ve Tibet’teki mabetlerde bulunan rahiplerce, büyük bir sır olarak saklanmış ve kimseye bu sırla ilgili bir açıklama yapılmamıştı. Bu sembolün sırrını sadece gizli eğitimden geçen rahipler bilmekteydi. Kökeni Mu’ya dayandığı için bu sembol iki yer altı uygarlığı olan Agarta ve Şambala’da bilinen ve kullanılan bir semboldü. Naziler’in bu sembolü ele geçirmeleri de Tibet’teki gizli çalışmalarına dayanmaktaydı. Şambala üyesi bazı rahiplerden öğrendikleri sırlar arasında bu sembol de bulunmaktaydı. Böylece sembol Şambala’nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından dejenere edilerek karanlık amaçları doğrultusunda bayraklaştırıldı.

Hitler, kendi liderliğindeki dönemde ateş çağının yaşanacağına, buz ve soğuğun yenileceğine inanıyordu. İddialara göre, Rusya’daki buz çöllerine askerlerini yazlık elbiselerle göndermesi bu yüzdendi. Kafkasya’ya girdikten sonra yüksek rütbeli üç SS subayı, yüksek bir dağın zirvesine Gamalı Haçlı kara tarikat bayrağını dikti. Stalingrad yenilgisinden sonra Nazi söylevcisi Goobels haykırıyordu; “Anlamıyor musunuz? Evrensel anlayış yenildi, ruhsal güçler yeniliyor. Hüküm saati geliyor, tüm insanlar acı çekecekler ve çekmeliler.” Hitler ekliyordu: “ Yeterince kayıp verilmedi!” Hitler ve yandaşları korkuyorlardı. Karşıt güçler harekete geçmişti ve cezalandırılacaklardı. Son anda bile, Berlin düştüğünde, metroya sığınmış 300 bin Alman için Hitler çılgınca emir verdi: “Metroyu sular altında bırakın, herkes ölsün, bu bir ayindir ve kurban gerektirir, böylece yerdeki güçler yardımımıza koşacaktır.” Gerçekten çıldırmış mıydı yoksa öğretisini mi uyguluyordu? Rausching’in kitabında Hitler ve arkadaşlarının kendilerine başka tarikatları rakip gördükleri açıkça ortaya konuyor ve son derece önemli ipuçları bulunuyor:

“Düşmanlarımdan çok şey öğrendim. Katoliklerden, Marksistlerden veya masonlardan. Masonlar hakkında bir rapor hazırlattım. Simgeler, esrarlı törenler. Bu adamlarda tehlikeli olan tek şey, benim de kullandığım tarikat sırrı yöntemidir. Bir tür ruhani aristokrasi oluşturuyorlar. Hiyerarşik bir örgüt kuruyor ve simgeler kullanıyor ve ayrı ayrı ibadetler yapıyorlar yani zekayı yormadan. Alıştırarak simgelerin büyüsel etkilerini kullanıyorlar. İşte masonların en tehlikeli yönü budur. Dünyada bir kaç örgüte yer yoktur. Ya masonlar ya biz...”

‘Zaman Gezmenleri’ adlı kitapta da konuyla ilgili ilginç bazı ayrıntılar bulunuyor: “Bilimsel tüm yasalara karşı amansız bir savaş açan Nazi’lerin şefi Adolf Hitler bu gücü nereden bulmaktaydı? Yeni bir bilim ve hayat görüşünü on sene gibi kısa bir zaman sürecinde ortaya koyması imkansızdı.

Adolf Hitler’in arkasındaki güç gizemli ve büyülü bir kimliğe sahipti. Bu gizli gücün ismi ‘Thule Örgütü’ idi. Bu örgütün en önemli ismi Karl Haushoffer adlı bilim adamıydı. 1923 sonbaharında Münih’te, şair Dietrich Eckardt ciğerleri iperit gazıyla kavrulmuş olarak öldü. Komaya girmeden önce, ‘İşte benim Hacer-i Esved’im’ dedi. Astronomik bilimin kurucularından Prof. Oberth’e miras bıraktığı siyah bir göktaşı önünde kendine özgü tapınarak dostu Houshoffer’e uzun bir el yazması postalamıştı. Ölüyordu ama içi rahattı. Thule örgütü yaşamaya devam edecekti; çok geçmeden hem dünyayı, hem de hayatı köklü şekilde değiştirecekti.” 1926 yılında Berlin’de, Berlin ve Münih’e küçük bir Tibet kolonisi yerleşti. Ruslar Berlin’e girişleri sırasında cesetler arasında rütbesi olmayan bin kadar Tibet ölüm gönüllüsüne rastladı. Nazi hareketi başarıya ulaşır ulaşmaz Tibet’e heyetler gönderilmiş ve bu 1943’e kadar kesintisiz devam etmişti. Thule grubu üyeleri uzlaşmayı bozacak bir hata işleyecek olurlarsa intihar etmeye yemin etmişlerdi ve 14 Mart 1946’da Karl Haushoffer, karısı Martha’yı öldürüp, Japon usulü harakiri yaptı. Mezarına hiç bir anıt ya da haç dikilmedi. Oğlu, Hitler’e karşı düzenlenen süikaste karışanlardan biri olarak idam edildi. Ceketinin cebinde şiir şeklinde yazılmış olan şu yazı bulundu:

“Babam kötülüğün sesini duymadı. Şeytanı dünyaya saldı.”Tarih kitapları, Naziler'in gözü dönmüş birer Yahudi düşmanı olduklarını ve bu nedenle de 6 milyon Yahudi’yi II. Dünya Savaşı sırasında kurulan toplama kamplarında acımasızca imha ettiklerini anlatmaktadır. Aytunç Altındal da bu konuya dikkat çekmiş ve “Thule’nin bünyesinde hem mason olan hem de yahudilerden nefret eden birçok soylu” olduğunu yazmıştı. Altındal, bunun yanı sıra Alman localarının kurucuları arasında çok sayıda antisemit olduğuna da dikkat çekiyordu. Bunun ardından da "günümüzde yanlış bilinen bir olguya” değinmek gerektiğini, "mason localarını yahudilerin kurdukları ve bunlar aracılığıyla dünyada egemenlik sağlamak istedikleri gibi bir saplanti”nın var olduğunu yazmıştı.

Kısacası Altındal’a göre, Alman localarındaki antisemit eğilimler, masonlar ve yahudiler arasında bir ittifak olduğunu açıkça yalanlıyordu. Altındal’ın yazdıkları ilk bakışta doğruydu. Öyle ya, antisemitizmin mason localarında ve Thule'de bu denli güçlü bir biçimde var olusu, başka nasıl açıklanabilirdi?

Kaynak:
https://hanifnet/hnet/thule.html 

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol